Bir düşünür, ”insanları tanıdıkça köpeklerimidaha çok seviyorum” demiş. Çok güzel ve yerinde bir söz. Tabii anlayana..
Ülkemizde en çok istismara konu olan
canlılar; çocuklar, hayvanlar ve doğa.(içeriğinde ormanlar, sazlıklar, göller,
denizler vb.) Tüm bunların ortak noktası korumasız, masum oluşları ve seslerini
duyurabilme imkanlarının kısıtlı ve hatta hiç olmayışları değil mi?
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet gazetesinde
bir makale okudum. Başlığı “Sigara İçen Çam”. Bir dönem Antalya’da bizim uyanık zeki insanımız, ortadan
kaldırmak istediği ağaçların altına gaz döküp, içten içe alevsiz yanmasını,
sonra da kurumasını sağlarmış. Bu uygulama dikkatleri çekince ağaçların
köklerine sülfirik asit dökmeye başlamışlar. Bu nasıl bir vicdansa? Onlardan
boşalan arazilere de kasabalardaki WC benzeri beton yapıları kondurup ceplerini
doldurmaya koyulmuşlar. Bu tür uygulamalar ormanlık alanlar için, sazlıklar
için hep yapıla gelmedi mi ülkemizde? Nasıl olsa zavallı ağaçların sesleri
çıkmıyor. İçten içe yanıp tepelerinden ince bir duman çıkarmanın dışında bir
tepkileri olmuyor. Sazlıklar ateşe verildiğinde ise içlerinde yuvalanan garip
kuşçuklar kısa bir süre çığlıklar atıp ateşlerin içinde ince çıralara dönüşüyor
o kadar.
Sonra çocuklar; yetiştirme yurtlarındaki
baskı, işkence, tecavüz, dayak görüntülerini artık izleyemez oldum. Bunlar
devlet kurumlarının koruması altındakiler. Bir de kendi ebeveynlerinin
tacizlerine sessizce katlanan küçük canlara ne demeli?
Ve sıra geldi hayvanlara.O sahipsiz canların
haklarını savunan kaç tane duyarlı yürek var ki? Hele hele Hayvan Hakları
Koruma Kanunu çıkmadan önce bu hem duyarlı hem cesur diyeceğim insanlara ne
acımasız yakıştırmalar, karalamalar yapıldı. Yok “Panter”, yok “cazgır,
kavgacı”. O aşamada “Panter’leşme” nin dışında ne yapabilirlerdi ki? Ellerinde
dayanabilecekleri, güç alabilecekleri ne bir resmi kuruluş ne bir yazılı evrak.
Sadece duyarlı yürekleri. Onları da çileden çıkartmak hiç de zor olmuyordu.
Her neyse, sonuçta o gün de bu gün de
sokaklardaki, dağda, bayırdaki hatta hayvan baktıklarını sanan bazı sapık
zihniyetlerin ellerindeki masum canlar, yine korumasız yine insafsızca, türlü
yöntemlerle işkence görmekte, uzun
süreli, acılı ölümlere mahkum edilmekte. Bir tarihte Eskişehir’deki köpek
barınma evlerinin yetkili veterineri ile bir görüşmemiz sırasında bu köşede
çıkan yazımda “Hayvanların 24 saat beton zeminde kalması hem fiziksel hem
psikolojik rahatsızlığa yol açmaktadır.Bu bağlamda barınakta köpeklerin gezmesi
için ayrılan toprak bölmenin bir an önce devreye girmesi gerekir” şeklindeki
sözlerimi okumuş. Anlaşılan epeydir de nedense kinlenmiş. Bana hiç hoş olmayan
bir ses tonu ve hitap tarzıyla bu fikre nerden kapıldığımı ve hangi bilimsel
kitapta rastlayıp okuduğumu, kendine veteriner fakültesinde böyle bir bilgi
verilmediğini söylemişti. Sonra bu şahıs bir internet sitesinde hayvan
sevgisiyle ilgili köşe yazısı yazıp, insanlara bu konuda ahkam kesti. Bazen
sözün bittiği zamanlar oluyor, bu da böylesi bir zaman işte.
Ağızları var, dilleri yok canlılara
hükmetmek, kötü emellerini onlar üzerinde gerçekleştirmek ne de kolay değil mi?
Ne de olsa seslerini yükseltemiyor, öyle seçimlerde sandık başlarına gidip oy
verme olanakları da yok. Arada sırada, o sessizlerin sesleri olmaya çalışan
küçük grupları, fanatikleri de fazlaca takmadan, dert etmeden bir iki göz
boyayıcı uygulamalarla oyalayıp yolunuza devam. Yüreklerinde his, duygu dışında
her şeyi taşıyan, kafalarında “pandora’nın
kutusu”ndaki tüm pislikleri besleyip, büyüten insanlar için çözüm bu
kadar basit değil mi?
Ama dikkat edin! Doğa kendisini böyle
hoyratça, acımasızca kullanıp istismar eden ademoğlundan intikam almaya
hazırlanıyor. O gün geldiğinde Nuhun Gemisi’nde kendiniz için bir karışlık yeri
biraz zor bulacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder