14 Şub 2011

Anneye İsyan !..




   Hep anlattınız bana; çok ufakmışım, kendimi bilmeyecek yaşta “Prens” isminde bir köpeğimiz varmış, ben onunla alt alta üst üste oynaşırmışım yerlerde, hayvanın kulağını filan çekiştirirmişim de hiç gıkını çıkarmazmış garibim. O da yavruymuş beni kardeşi gibi algılarmış.

   Merak eder, “ne oldu ona” diye sorardım, dinlemekten bıkmadığım hikayesini kim bilir kaçıncı kez anlatırdınız. Bir gün kapının önüne güneşlensin diye çıkartmışsınız, beş dakika içinde kaybolmuş. Çok güzel beyaz, uzun tüylüymüş, çok aramışsınız ama bir türlü bulamamışsınız. Belli ki çalınmış.

   Sonra ben hatırlamaya başladım; “sen sevgili annem, o güzel sesinle bana şiirler okurdun: “süt içemez, fare tutamaz ne de yaramaz benim benekli kedim, gel boynuna bakayım, mavi boncuk takayım benim benekli kedim ”dediğin anda ben boynumu uzatıp “ bana tak” derdim sana.

   Sonra ağabeyim, bir okul dönüşü -o tarihlerde şapka takardı liseliler- ardı sıra küçük bir köpek yavrusu getirir, evin bodrumuna saklar. Köpecik çok küçüktür, annesini arar, ağlar, sen anneciğim babamla beraber onu arka bahçemizde, evimizde bakıp, sahiplenip bağrınıza bastınız. İsmi “Kont” diye konuldu ama çok güzel bir kontestir. Her yıl kızgınlık döneminde aynı köpekle eşleşir, çok ta güzel yavruları olur, kapış kapış sahiplenilir hepsi de. Bir tanesini eve alırsınız, ismi “Lassi” olur. Onu hiçbir zaman unutmadım, o kadar ki tuttuğum günlüğün başlığı Lassi ve Kont diye başlar.

   Lassi evde hiç eksik olmayan kedilerimizden  Kibar’la birlikte büyür. Aynı kaptan su içer, yemek yer, birlikte bir portakal sandığındaki uykularında en güzel bebeklik rüyalarını görürler.

   Dile kolay altmışlı yılların ortalarıdır, o tarihlerde hiç böyle şeyler izlememiştir kimseler. Herkesler hayranlıkla onları seyreder.

   Mahallenin çocuklar hastadır bizim Lassi’ye, hepsi de çok sever. Ama en çok da ben. Nasıl oldu ne zaman oldu bilinmez , bir gün o minicik bacaklarıyla  Lassicik evden  biraz uzaklara(!),  üç beş ev uzaklığındaki mahallemizin camisi Hacı Havva’nın  avlusuna kadar uzanır, çok kısa bir süre sonra da onun cansız bedenini getirir çocuklar eve, boyuncuğu yana kaykılmış, öyle masum öyle çaresiz.. Caminin bir çalışanı kürekle başına vurmuş, sokaktaki çocuklar son anda görmüş ama engelleyememişler. Çok ufaktım, ama çok üzüldüğümü net hatırlıyorum.

   Sonra Kont’umuz, evlerine hırsız girdiği için bir yakın komşumuzun evine yalvar yakar  ricalarla transfer olur. Ama ne zaman sokakta görsek mahalle bakkalından alınan bir torba büsküviyi yemeden ve de başı uzun uzun okşanmadan gönderilmez.

   Yıllar geçer, Kont yaşlanmış gibidir. Anne, ilk sen fark edersin kirpiklerinin beyazladığını, ama yaşlanan ve yüzleri sarkan, çirkinleşen bayanların aksine o yine çok güzeldir, hele de bakışları, insanın içine işleyen o kahverengi gözlerinin bakışları hiç değişmez.

   O uğursuz gün, o güzelliğe kıyıp, belediye ekipleri zehirlemiş Kont’umuzu. Bütün uğraşlara karşın kurtarılamamış. Kim bilir, Kont belki de o güne dek hiç yemediği ağulu  eti bilerek yemiş. Yaşı mı? Yaşı on ’un üzerinde gibiydi.

   Eskişehir’deki mutlu çocukluk günlerim bitti artık, Ankara’daydık. Çocukluğumun kentini çok özlememe karşın, Atamın Başkentini de  sevdim, alıştım. Yine evimizden, balkonumuzdan, çevremizden hayvanımız hiç ama hiç eksik olmadı. Ağabeyim eve bir yırtıcı kuş getirdi, ne sen ne de babam itiraz etmediniz. Bakımı hiç te kolay değildi ama onu hepimiz çok sevdik, adını da “Tayfun” koyduk. Sivri gagası, uzun tırnaklı pençeleri vardı. Geceleri benim yatak odamı paylaşırdı. Lise bitirmelere  hazırlandığım uzun kış gecelerinde ders çalışma saatlerim uzadığı zaman kanatlarının altına aldığı başını dayanamaz dışarı çıkarır, “cuk.. cukk” diye o garip tondaki sesiyle bağırırdı.

   Ah güzel annem ah; eve getirdiğimiz hiç bir hayvana hayır demediniz, bu acısı bol ama uyuşturucu müptelalığı gibi bir türlü vazgeçilemeyen bağımlılığa tutulmama siz neden oldunuz, siz. Babam rahmetli olduğu için benim şimdiki muhatabım sensin ve anneciğim bu benim sana isyanımdır; bana neden izin verdiniz, “hayvanı sevmeyi, onlara merhamet etmeyi” bana neden öğrettiniz?

Ece Bilgin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder