14 Şubat’ı “sevgisizler günü” ilan etmek
istiyorum. Ne o keyfiniz mi kaçtı, dünyanın parasını verdiğiniz kırmızı gül
elinizi mi yaktı, ya da harçlıklarınızdan biriktirdiğiniz parayla aldığınız
pahalı ithal parfümün kokusu birden kötü mü geldi burnunuza?
Neden bu karar vardım? Zaten oldum olası
kapitalist sistemin piyasayı canlandırma amaçlı çıkarttığı bu uyduruk günleri
sevmem. Çocukluğumuzda bir tek “yaş günlerimizi” kutlardık birbirimizin, bir
de “anneler günü” yeni yeni moda olmuştu, ben anneciğime modaya uyup hediye
alabilmek için ağabeyimle birlikte harçlıklarımızı katıştırıp, o güzel
saçlarına üzeri parlak taşlarla süslü bir tarak almak için şehrin
nerdeyse tek bijuteri dükkanından boynum bükük, taşları olmayan sade bir
tarak alıp çıkmak zorunda kaldığımda ne kadar mutsuz olduğumu, ondan sonra
uzun yıllar o günde evimizin etrafındaki arsalardan kır çiçekleri toplayıp
hediye olarak onları anneme götürdüğümü bugün gibi hatırlarım.
Dün arkadaşlarımla birlikte günler
önce araç altında kalıp kırılan bacağını alçıya aldırdığımız, bu dönemi
geçirmesi için emanet ettiğimiz, bir dükkandan kaybolup o haliyle caddelerde
dolaştığını öğrendiğimiz köpeği aradık sokaklarda, caddelerde.
Adalar’ın arka sokaklarında olacağını tahmin
edip, o rüzgarda ağzımız burnumuz kum içinde dolaşırken yıkılan evciklerin
kalıntıları içine sığınmış köpekleri gördük, yine yıkımı yakın olan bir ahşap
evin içine girip sığınan kedilere rast geldik.
Düşündüm; hepsi de yaşam mücadelesinde,
talepleri olmadan, kendilerine sorulmadan verilmiş bir hayatı sürüklemeye
çalışıyorlar sessizce! Yaşamaları da ölümleri de dünyaya gelişleri de hep
sessizce. Hele bir ufacık seslerini duyurmaya kalksınlar, insanlar anında
gazetelerin şikayet köşelerinde “köpek havlamasında uyuyamıyoruz” ya da
kediciklerin aşk miyavlamalarına tepki, onları koruyup kollayan bir iki
duyarlı yüreğe veryansın “bunları buraya alıştırdınız, miyavlamalarından
geceleri rahat edemiyoruz”.
“Bu dünya kimin?” diye sormaya
kalkışsanız malum yanıt: elbet tek mutlak hakim onların, insanların!
Yaşamak, soylarını devam ettirmek, mutlu olmak, tüm nimetlerden yararlanmak,
hatta rant sağlamak onların. Siz istediğiz kadar “Dünya yalnız sizin
değil” deyin.
Peki bu insanlar birbirlerini sever,
korurlar mı? Belki bir yere kadar. Ama en ufak bir çıkar çatışmasında aman
Allahım, işte o zaman o yıkık viraneleri paylaşan köpekler kadar barışcıl,
paylaşımcı olmazlar, olamazlar. Ne kardeş, ne anne baba, evlat dinlerler.
Nerde birbirlerini sevecekler?
Gün, sevgisizler günü. İnanın bana böyle. Bir
tarih, hadi 14 şubatı yerinde rahat bırakalım başka bir tarih saptayalım.
“Dünya sevgisizler günü” olarak inanılmaz rağbet görür, piyasa birbirlerine
hediye almak için yarışan insanlarla coşar da coşar.
Göstermelik yapılan şirinlikleri, birbirine hediyeler
veren insanları, yüze gülüp arkadan kuyu kazan cinsdaşlarımızı bir kenara
koyalım, kendimizi kandırmayalım, dürüst olalım, gelin şu “sevgisizler
günü”müzü bir tarih saptayıp hep birlikte güle oynaya kutlayalım.
Hayvanlara düşmansanız, kedi, köpek, kuş ve
hatta adını kesimliğe çıkarttıklarımız, haşere diye gördüklerimiz de dahil
olmak üzere tüm hayvanlara; sevgisizseniz, gürültü yapıyorlar diye bahçede
oynayan çocuklara, yolda birbirleriyle yüksek sesle şakalaşıyorlar diye
gençlere; ağaçlara yaprak döküyorlar diye
düşman kesilip dalını, kolunu kestirirseniz, böyle sevgi kısırı, sevgi
cimrisi bir kişiyseniz, ben sizin en yakınlarınızı, çocuğunuzu, anne,
babanızı sevdiğinizden de ciddi şekilde şüphe ederim. Sevgi bir
bütündür normalde. Doğada var olan her şeyin bir varlık nedeni vardır.
Bunlardan bazılarını seviyorum, bazılarını sevmiyorum deme lüksümüz
olamamalıdır..
Tamam tamam anlaştık, kızmayın! Vereceğiniz
hediyeleriniz, söyleyecek sözleriniz günler öncesinden hazırdı. Sizlerin
14 şubatınıza dokunmayacağım, ama bana söz verin, senenin 365 gününden
birisini mutlaka “Sevgisizler Günü” olarak kutlayalım.
Ece Bilgin
|
15 Şub 2012
Sevgisizler Günü..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder