Gösteri havuzlarındaki yunusları canlı olarak izleyenleriniz
vardır belki. Ama en azından hemen herkes TV kanallarında seyretmiştir onları.
Gülümsermiş gibi görünen yüzleri pek çoğumuza hoşluk verip, mutlu olduklarını
sanmışızdır muhtemelen(gerçekte yüz yapıları o izlenimi vermekteymiş).
Ben onları canlı olarak havuzlarda izlemedim. Ama bundan
yirmi, yirmi beş yıl önce Mersin Erdemli’de Tömük sahilinde botla gezintiye
çıkıp, denizin durgunluğundan da yararlanarak hayli açıldığımız bir gün, çok
yakınımda bata çıka yüzerken izleme şansını yakalamıştım.
Sonra, belgesellerden, ultrason yayarak birbirleriyle
haberleştiklerini, hızlı yüzücü olduklarını, gemilerle yarıştıklarını, duyarlı,
zeki canlılar olduklarını öğrendim. Sahi, ileri yaşlarımda okuduğum bir çocuk
kitabının (Pembe Yunus) kahramanını da hiçbir zaman unutmadım.
Onları beyaz camda, gösteri havuzlarındaki akrobasi
hareketlerini izlerken, rehabilite amaçlı kullanıldıklarını seyrederken,
içimde, aynı sirklerdeki hayvanlara, bir de hayvanat bahçelerindeki
özgürlükleri ellerinden alınmış olanlara karşı duyduğum türden acıma,
özgürlüklerine kavuşturma isteği gibi isyankar hisler duydum. İçim acıdı, mutlu
olamadım. Neden engin denizlerde değil de, cüsseleriyle orantılı olarak onlara
çok ufak geldiği açıkça belli olan o yapay suda olduklarını, etrafındaki
insanlara birkaç ölü balık için, neden gösteriler yapmaları gerektiğini
düşündüm.
Bu haftaki Cumhuriyet Bilim Dergisi’ni karıştırırken Özgür
Keşaplı’nın bilimsel kaynaklı bir yazısına rastladım. Hislerimde yanılmadığımı,
gösteri havuzlarındaki yunusların, denizlerden, ailelerinden zorla
kopartıldıklarını, acımasız bir tür kovalamacanın sonunda , sosyal bağları çok
güçlü olan bu canlıların çoğunun daha o anda şoktan, travmadan öldüğünü,
beğenilmeyip geri atılanların ise bir çoğunun ciğerlerine su dolması yüzünden
uzun süreçte zatürre olarak acıyla öldüklerini, geride kalan ailelerin bu kayıplardan
dolayı aldığı yaralar ve hüznün ise tamamen göz ardı edildiğini öğrendim.
Yakalanma sürecinde bir çok travmaya maruz kalan yunusların yüzde
50’sinin üzerindekiler en fazla doksan gün içinde zatürre, ülser, bağırsak
hastalıkları, klor zehirlenmesi, stres ve bunun gibi nedenlerden hayatını
kaybetmekte, tüm bu aşamaları atlatanlarsa, havuzların sağlıksız ortamında
davranış bozuklukları, üreyememe gibi çok ciddi sorunlarla baş edemedikleri
için özgür hemcinslerine göre çok kısa ömürlü olmaktaymış.
Ne o? İnsanlar birkaç keyifli saat geçirecek ya da henüz doğruluğu
kesinleşmemiş bir varsayımla terapi görüp hastalığına şifa bulacak!
Denizlerden çalınan yunuslar, havuzlarda ölü balıkla beslenmeye
mahkum edilmekte, buna uzun süre direnenler, ölü balıkları kusmakta, ama bir
süre sonra çaresizce, işte o birkaç kokuşmuş balık uğruna, aynı sirklerdeki ip
üzerinde yürümeye zorlanan kedi, köpek, maymun, ayı gibi işkence havuzlarında,
müzik eşliğinde çember üzerinden geçmeye, top oynamaya başlamakta.
Biz de bu görüntüleri çocuklarımıza izletip, alkışlatarak, onları
doğaya saygı duyan, canlıların yaşam haklarına duyarlı kişiler olarak
yetiştirdiğimizi sanıyoruz. Tam tersine, bu çocuklar ilerde zevkleri ve
çıkarları uğruna, doğadaki kendilerinden başka canlıları sömürme hakkına sahip
olduklarını düşünmezler mi?
Doğanın bu muhteşem canlarını o estetik, heybetli vücutlarını,
küçük, sığ sulu alanlara hapsederek, oraya seyre giderek, daha çok yunusun
özgür yaşam alanlarından ölüm havuzlarına dolmalarına sebep olacağımız açıktır.
Karadakilerin, havadakilerin, kanlarını, iliklerini sömürdük, postlarını
yüzdük, yetmedi. Şimdi de sudakiler mi? Hem de o güzeller güzeli yunuslar!
Çocuklarımıza belgesellerden özgür yunusları izletip, onları
gerçekten doğaya saygılı, yararlı, özgürlük yanlısı bireyler olarak
yetiştirebiliriz. İlla ki gösteri seyretmek istiyorsak, günümüzde bu işi yapan,
toplumun hemen her kesiminden o kadar çok aktör, dansöz, şaklaban var ki,
hayvanlara ne hacet ! Onları kendi ortamlarında rahat bırakalım, rahat..
Ece
Bilgin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder