KIRÇIL KEDİ |
Nasıl unuturum ki? O güzel, küçük yüzdeki
ifadeyi ve bana aynı bir insan gibi bakan gözleri. Kediler genelde kedi gibi
bakarlar ama o Kırçıl ismini koyduğum küçük bana, gözlerimin içine, tıpkı
akıllı, içli bir insan gibi bakıyordu.
Öyle güzel denen (benim için hepsi birbirinden
güzel) yani genelde insanların gözlerini üzerinden alamadığı türden gösterişli
bir hayvan değildi. Arka bahçede anneleri, diğer dört kardeşiyle birlikte onu
da bana emanet edip kendisi kaybolmuş gitmişti. Bakıp beslediğim, kolladığım
diğer kedilerle birlikte, o soğuk kışta, hayatta kalma mücadelesi veriyordu.
Toplu yemeklerini verdiğimde peşimden geliyor, ben,de diğerlerinden daha
çelimsiz görünüşüyle ona özel muamele gösterip, tavuk ciğerinin, etlerin
yumuşak yerlerini seçip başını uzun uzun okşayıp ve hatta elimden nazlı nazlı
yedirip, peşimden kapıya gelmese diye içimden dualar ederek, ister istemez yine kaderiyle baş başa bırakıyordum. Hemen
her keresinde gideceğimi hissedip, peşime takılıp hüzünlü gözlerle eve girişimi
takip edip, benim yüreğimi de onda bırakıyordu..
Evde beslediğim üç kedim vardı, bu sokaktan eve
alınışların sonu gelmeyeceği için Kırçıl’ı bahçemde koruyup kollamaya, o arada da sahiplendirmeye gayret ediyordum.
Kedi yavruları öyle de hızla büyüyorlar ki ve insanlar ille de yavru sahiplenme
isterisine tutulmuşlar ki. Onun sıcak bir yuva bulma şansının az olduğunu
düşünüp, hayıflanıp duruyordum. Bir keresinde bir genç kız evlerinden kaybolan
Ankara kedisinin yerine yenisini almak istediğinde Kırçılın şansını denedim,
ama olmadı, birkaç saatlik bir misafirliğin arkasından onlara alışamadığını
söyleyip geri getirildi. Olmamıştı, küçük kızım sahiplenme şansını yitirmişti.
Hani o buzların kaldırımları, yolları esir aldığı,
kar yağışının günlerce dinmediği soğuk kış var dı ya , işte o çetin hava
şartlarında, benim narin Kırçıl’ım başladı aynı bir insan gibi öhö öhö edip
öksürmeye. Doğada yaşamaya alışması, vücut direnci kazanması gerektiği savıyla
bir iki gün ellemedim, ama baktım olacak gibi değil, kediler için de kullanılan
antibiyotik şişesini ve ağzına şurubu
enjekte edeceğim enjektörü hazırlayıp, sabah erkenden beni her zaman sevinçle
karşıladığı bahçe köşesine gittim. Bekle bekle yok. Bazen kaybolup bir iki gün
sonra göründüğü oluyordu, ertesi gün gelir diye umutlandım yine yok. İşin
ilginci birlikte takıldıkları, hiç ayrılmadıkları yeşil gözlü, kendisini hiç
ellettirmeyen, hatta yemek verirken bile bana pati atan arkadaşı da onunla
birlikte gözükmedi.Tam bir hafta elimde ilaç kutusuyla bekledim. Ama Kırçıl’ım
kaybolmuştu. Ne onu ne de yanındaki güzel gözlü arkadaşını bir daha hiç
görmedim.
İçimde hep hüzünlü bir anıdır; onun, aynı akıllı
bir insan gibi gözlerimin içine bakan gözleri, arkama takılıp semtimizin
uzaklarına kadar beni takip edişi. Ama bir seferindeki hepsinden farklıydı:
Onun takiplerine alışmıştım, ama o gün, ah o gün! Yürüyorum, bir süredir
peşimde bir tuhaf ses, ciddi anlamda yakınımdan geliyor, dönüp bakıyorum
görünürde bir şey yok, bir iki adım gidiyorum yine o ses. Aynı Sait Faik’in
hani bir hikayesinde anlattığı, peşindeki hişt hişt eden ses ve onun meçhul
sahibi gibi. Sonunda olduğum yerde durdum, hemen yakınımdaki okulun bahçesine
baktım, sallanan bir salıncağın sesi geldi gibi, ama okulun bahçesinde salıncak
filan yok.
Bu kez yürür gibi yapıp aniden arkamı dönüp
baktım ve onu yakaladım, tam da bir arabanın arkasına saklanmaya çalışıyordu.
Beni takip eden, salıncak gıcırtısı gibi sesler çıkaran, ama kendisini geri göndereceğimi
bildiği için narin gövdesini saklayarak gizlice peşimden gelen küçük kızım
Kırçıl’dan başkası değildi. Gözlerimiz karşılaştığında, yaramazlık yapıp ta
annesine yakalanan bir çocuk gibi başını önüne eğip, benim git dememi
beklemeden dönüp arkasına gidişini. İşte bu yaşadığımız, sadece ikimize ait o
çok özel anı ve o tatlı kediciği, içimde hiç kapanmayan, durup durup kanayan
bir yara gibi unutamadım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder