16 Eyl 2012

ONU HİÇ AMA HİÇ UNUTMADIM..

KIRÇIL KEDİ



Nasıl unuturum ki? O güzel, küçük yüzdeki ifadeyi ve bana aynı bir insan gibi bakan gözleri. Kediler genelde kedi gibi bakarlar ama o Kırçıl ismini koyduğum küçük bana, gözlerimin içine, tıpkı akıllı, içli bir insan gibi bakıyordu.

Öyle güzel denen (benim için hepsi birbirinden güzel) yani genelde insanların gözlerini üzerinden alamadığı türden gösterişli bir hayvan değildi. Arka bahçede anneleri, diğer dört kardeşiyle birlikte onu da bana emanet edip kendisi kaybolmuş gitmişti. Bakıp beslediğim, kolladığım diğer kedilerle birlikte, o soğuk kışta, hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Toplu yemeklerini verdiğimde peşimden geliyor, ben,de diğerlerinden daha çelimsiz görünüşüyle ona özel muamele gösterip, tavuk ciğerinin, etlerin yumuşak yerlerini seçip başını uzun uzun okşayıp ve hatta elimden nazlı nazlı yedirip, peşimden kapıya gelmese diye içimden dualar ederek, ister istemez  yine kaderiyle baş başa bırakıyordum. Hemen her keresinde gideceğimi hissedip, peşime takılıp hüzünlü gözlerle eve girişimi takip edip, benim yüreğimi de onda bırakıyordu..

Evde beslediğim üç kedim vardı, bu sokaktan eve alınışların sonu gelmeyeceği için Kırçıl’ı bahçemde koruyup kollamaya,  o arada da sahiplendirmeye gayret ediyordum. Kedi yavruları öyle de hızla büyüyorlar ki ve insanlar ille de yavru sahiplenme isterisine tutulmuşlar ki. Onun sıcak bir yuva bulma şansının az olduğunu düşünüp, hayıflanıp duruyordum. Bir keresinde bir genç kız evlerinden kaybolan Ankara kedisinin yerine yenisini almak istediğinde Kırçılın şansını denedim, ama olmadı, birkaç saatlik bir misafirliğin arkasından onlara alışamadığını söyleyip geri getirildi. Olmamıştı, küçük kızım sahiplenme şansını yitirmişti.

Hani o buzların kaldırımları, yolları esir aldığı, kar yağışının günlerce dinmediği soğuk kış var dı ya , işte o çetin hava şartlarında, benim narin Kırçıl’ım başladı aynı bir insan gibi öhö öhö edip öksürmeye. Doğada yaşamaya alışması, vücut direnci kazanması gerektiği savıyla bir iki gün ellemedim, ama baktım olacak gibi değil, kediler için de kullanılan antibiyotik şişesini ve ağzına  şurubu enjekte edeceğim enjektörü hazırlayıp, sabah erkenden beni her zaman sevinçle karşıladığı bahçe köşesine gittim. Bekle bekle yok. Bazen kaybolup bir iki gün sonra göründüğü oluyordu, ertesi gün gelir diye umutlandım yine yok. İşin ilginci birlikte takıldıkları, hiç ayrılmadıkları yeşil gözlü, kendisini hiç ellettirmeyen, hatta yemek verirken bile bana pati atan arkadaşı da onunla birlikte gözükmedi.Tam bir hafta elimde ilaç kutusuyla bekledim. Ama Kırçıl’ım kaybolmuştu. Ne onu ne de yanındaki güzel gözlü arkadaşını bir daha hiç görmedim.

İçimde hep hüzünlü bir anıdır; onun, aynı akıllı bir insan gibi gözlerimin içine bakan gözleri, arkama takılıp semtimizin uzaklarına kadar beni takip edişi. Ama bir seferindeki hepsinden farklıydı: Onun takiplerine alışmıştım, ama o gün, ah o gün! Yürüyorum, bir süredir peşimde bir tuhaf ses, ciddi anlamda yakınımdan geliyor, dönüp bakıyorum görünürde bir şey yok, bir iki adım gidiyorum yine o ses. Aynı Sait Faik’in hani bir hikayesinde anlattığı, peşindeki hişt hişt eden ses ve onun meçhul sahibi gibi. Sonunda olduğum yerde durdum, hemen yakınımdaki okulun bahçesine baktım, sallanan bir salıncağın sesi geldi gibi, ama okulun bahçesinde salıncak filan yok.

Bu kez yürür gibi yapıp aniden arkamı dönüp baktım ve onu yakaladım, tam da bir arabanın arkasına saklanmaya çalışıyordu. Beni takip eden, salıncak gıcırtısı gibi sesler çıkaran, ama kendisini geri göndereceğimi bildiği için narin gövdesini saklayarak gizlice peşimden gelen küçük kızım Kırçıl’dan başkası değildi. Gözlerimiz karşılaştığında, yaramazlık yapıp ta annesine yakalanan bir çocuk gibi başını önüne eğip, benim git dememi beklemeden dönüp arkasına gidişini. İşte bu yaşadığımız, sadece ikimize ait o çok özel anı ve o tatlı kediciği, içimde hiç kapanmayan, durup durup kanayan bir yara gibi unutamadım...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder