5 Oca 2011

BİR KÖPEĞİN DİLEĞİ…

 
 
 
Yolda yürüyordum dalgın. Aniden bir köpek çıktı karşıma. Yaşı belli değil, ırkı, cinsiyeti belli değil. Hani öyle her gün sokaklarda gördüğümüz türden. Ama hayret, değişik bir şey oldu: Bu köpek dile geldi. Konuştu benimle. Gözlerime bak dedi bak ta oku hikâyemi, sonra da yaz onu, yaz ki anlasınlar beni, bilsinler dileğimi.

İşte onun hikâyesi: 
Gözlerinde acı, hüzün, daha da beteri dipsiz kör kuyular gibi koyu bir yılgınlık. Bir gece sabaha karşı gün doğarken, sizler bilmem kaçıncı uykunuzda uyurken, atın bizi belediye toplama ekibinin kamyonetinin arkasına ne kadar munis gözüksem, kuyruk sallasam, hiç hırlamasam da  uyuşturucu tüfekle vurun önce, şansıma ters bir yerime saplanmazsa ilaçlı kapsül, yolda ölüp kalmazsam, şoka girip uzun dilim boğazımı tıkayıp beni boğmazsa, örtün üzerimi kalın brandalarla, örtün ki insanlık ayıbınızı kimseler görmesin.
 
Götürün şehrin alabildiğince uzağına, daha yüzlercesinin gittiği yere, şehrin ana çöplüğüne. Metan gazı ciğerlerime dolup iflahımı kesmez; susayıp kana kana içtiğim derenin zehir atıklı suyu hayatımı sonlandırmazsa, belki birkaç yıl değilse de birkaç ay daha yaşarım kim bilir. Ölen annelerinin memelerinden süt emmeye çalışan sekiz öksüz yavruya annelik ederim ya da asi arkadaşlarıma uyup büyük çöplük firarını gerçekleştirir, üç beş gün demez artık ne kadar sürerse yayan yapıldak geri dönmeye çalışırım eski yaşadığım yerlere. Kaçarken birçoğumuz telef olsak ta belki ben başarırım yolculuğumu sonlandırmaya kim bilir?
 
Atın beni arabanın arkasına, götürün yüze yakın hemcinsimin mahpushanesine. Adı nasılsa bakımevine çıkmış ölüm kampına. Önüme atılan kuru ekmeklerle, biraz daha iyisi tıbbi atıklı hastane artığı yemeklerle karnımı doyurur, kışın buz tutan, yazın ateş gibi yanan beton zeminde bir karış ılık toprağa hasret belki bir gün özgürlüğüme kavuşurum umuduyla yaşarım kim bilir.
 
Bir tanesi eksik olsun kardır diye uyuşturun, öldürün, ezin, taşlayın, daha bilmem aklınıza gelen ne varsa yapın bana. Sevmeyin, görmezden gelin bir damla ilgiye muhtaç bakışlarımı. Horlayın, it deyin, tekmeleyin, üzerimde jilet misali neşterlerle deneyler yapın, saygın(!)ilaç firmalarına rant sağlayın. Sapık ruhlu insanlar taciz etsin beni parklarda, orada burada. Sadece bedenimi değil ruhumu da örseleyin alabildiğine. Yerin dibine sokun, yaşadığıma bir değil bin kez pişman edin beni. Adımı çıkarın “sokak Köpeği”ne, çıkarın ki insanların gözünde daha bir değersizleşip küçüleyim. Cinsi belli değil ya da en fazla kırma deyip paha biçin yaşamıma, aşağılayın beni hiç çekinmeden. İçine göçmüş karnım, birbirine girmiş kaburgalarım, uyuz sarmış postumla merhamet duygularınızı kıpırdatmayım. Göz zevkinizi bozmayayım, piknik keyiflerinizin tadını kaçırmayayım.
 
Gözlerimde hüzün ve keder, içimde körelmiş, dahası hiç yeşermemiş yaşama sevinci.Dünya sadece biz insanların değil demeyin. Bahçeli evlerinizi yıkın. Bakamayız artık diye ömrünün on yılını size adamış can yoldaşınızı uzak diyarlara götürün bırakın ki yolları bulamasın, geriye dönemesin. Yaşlandı kocadı artık, iş görmez diyerek terk edin boynundaki yılların tasma iziyle işaretli bekçi köpeğinizi, sürünüzün koruyucusunu. Hiç arkanıza dönüp bakmadan bırakın gidin.
 
Atın bizi, atın. Kaderimiz iki dudağı arasında olsun belediye zabıtasının veya hasbelkader hayvan sağlığı okumuş bir veteriner hekimin. Sokaklarda çocuklarınız korkusuz yürüsün tersine biz onlardan korksak ta. Tatlı uykularınızı havlamalarımız bölmesin. Caddelerde birden araçlarınızın önüne çıkmayalım. Son model otolarınızı kirletmesin kanımız.
 
Haklarımızı koruyucu kanunlar, genelgeler çıkarmayın. Koca koca vekiller Mecliste bizler için mesai harcamasın, oturumlar yapmasın. Yufka yürekli kadınlar, erkekler korumayın bizi, dernekler, platformlar oluşturmayın. Soyumuzu, sopumuzu, neslimizi, toptan kurutun.  Ansiklopedi sayfalarından tanısın bizi çocuklarınız, torunlarınız, gelecek kuşaklarınız. Ne keder, bizler olmasak ta olur. Siz rahat edin, siz rahat edin.
 
Bu yazım bir duygusallık ve hayal ürünü değildir. Ne yazık ki Eskişehirdeki sahipsiz canları ülkemizdeki gibi hayvanların çektiği çilelerin çok küçük bir bölümünün tablosudur. Bunun tersini düşünen ve iddia edenler ise olayları  işlerine geldiği doğrultuda görmeyi ve göstermeyi  alışkanlık edinmiş çözüm üretmekten uzak kimselerdir.
 
Ece Bilgin


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder