Meğer ne
mutluymuşum, annem düşünürdü o zamanlarda evdeki aç karınları günde üç öğün
doyurmayı, bir de karşılığında şikayet olmasın diye çeşitlendirmeler,
farklılıklar, seçenekler sunmaya gayret ederdi, bu arada evinin bütçesini de
kollamak zorundaydı ister istemez.
Kaç yıldır ben
bu soruyu soran değil sorulan yerindeyim, bu gün yemek de ne var akşama ne
yiyeceğiz, meğer anneciğim ne zorluklar çekermiş onun o güzel öpülesi
elleriyle bizlere hazırladığı çeşitlemeleri hiç düşünmezdik nasıl soframıza
geliyor diye.
Dolmaları
sarmaları bir hammada siler süpürür, lahana, karnabahar ,ıspanak türü
sebzeler olunca da isyan bayrağını çekerdik,
annem de babamda bize uzun uzun onların faydalarını anlatırlardı ama biz yine
de patates tava eşliğinde ızgara köfteyi pırasa yemeğine tercih ederdik.
Ağabeyimle benim
gönlümüz hoş olsun diye sık sık kurabiye yapardı annem, evlerde fırın yoktu, mahalle
fırınlarına tepsilerle taşınırdı o güzel kokulu kurabiyeler, ben gönüllü
olurdum pişirildikten sonra alıp eve getirmeye, genelde dayanamaz erken
gittiğim fırında fırıncının asık suratlı daha pişmedi diyen yüzüyle
karşılaşırdım. Ama bir daha ki bir daha ki seferlerde de akıllanmaz, yine
vaktinden önce giderdim tepsiyi almaya, bazen
oturur orada bekler sıcak sıcak ellerim kollarım yana yana getirirdim
eve. Sıcacıkken fazlada değil, bir iki tane yer, sonraki günlerde bayatladığı
gerekçesi ile yeni tepsinin yapılmasını beklerdim, öncekiler çoğunlukla
bahçemizdeki kediciklere köpeğimiz Konta giderdi.
Güzel günlerdi
güzel. Böyle hemen her evde bahçelerde barınan canlara verilecek sofralardan ayrılan bir şeyler mutlaka
olurdu. Nerde şimdiki gibi kuru mama filan , sofradaki ayrılanların dışında
sevenleri kediciklerini ciğercilerden payla köpeklerini de kasaplardan
aldıkları kemikle beslerlerdi.
Bütçeler fakir
amma gönüller zengindi. Dedim ya güzel günlerdi güzel.
Şimdi yine var
mahalle aralarında kara taş fırınlar odun ateşinde pişen ekmekler, kadınlar
yine arada özelliklede bayramlarda tepsilerini götürüyor oralara, yalnız
nedense hiç eskisince kokmuyor ne kurabiyeler ne de ekmekler!
Tohumları
değiştirildi deniliyor, buğdayların, bizim değilmiş artık tohumlar, dışarıdan
alıyormuşuz onları da. Allah Allah! Gel de şaşma, çok ürün ve kısa sürede
alınması uğruna yani rant uğruna o güzelim kokulardan vaz mı geçtik şimdi
biz gel de şaşma.
Her şeylerimiz
dışa bağımlı oldu, kediler köpekler bile yurtdışından ithal. Karabaşlar
çomarlar yok artık ya da varda barınaklarda, sokaklarda ittirme de
kaktırmada. Yerine pet shoplardan milyonlara alınan cinsler. Ama bir de gün
geliyor bakıyorsunuz onlarda aynen yerli cins ırklar gibi, yine sokaklarda
barınaklarda.
Yok yok kalmadı
dünyanın bir tadı tuzu, babamın her akşam gümüş kadehinden içtiği rakının da
kokusu yok artık, bizim tekelimizin ürünüydü, özenirdim, bir şey zannederdim
öylesine keyifli içerdi ki! Özel sofra, özel yemekler olurdu annemin titizle
özene bezene hazırladığı. Sonra
içtimiydi kimseler ona karşı hiç ses çıkaramazdı o iyi bilir o en doğruyu
söylerdi. Turfandalıklar illa ki sofra da bulunur,bol sarımsaklı cacıktaki
salatalık mis gibi kokardı. Yaz akşamları arka bahçeye bakan mutfağımızın
neşesi mutluluğu kedilerimiz duman kibar köpeğimiz lassiyle perçinlenirdi.
O çok uzaklarda
kalan zamanlarda ben anneme bugün yemek de ne var diye sorardım.
|
ECE
BİLGİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder