6 May 2012

Bir Küçük Ölü Kuş..




Uzunca bir süredir evden dışarı çıkmadım, beslediğim can dostlarımın yemek ve mama ikmali kapıma kadar geliyor. Hava soğuk, ben de inatçı bir grip pençesindeyim. Tam geçti deyip ayaklandığım an tekrar başlıyor ateş, öksürük, kırgınlık.
***
     Neyse o gün hava yumuşak, bir cesaret kendimi dışarı atıyorum; mutlu oluyorum nedense. Sanki baharı çağrıştıran bir hava, limonata tadında, ne tatlı ne ekşi. Evden fazla uzaklaşmadım, hemen yakınlarda bir yerdeyim. Birkaç yıl önce, tam on bir gün kayıplara karışan sevgili kedim Fındığı bulduğum sokaktayım. Birden bire yerde gözüme bir şey ilişti, ama algılayamadım, daha doğrusu isyan etti düşüncem, gördüğümle beynim arasındaki iletişim bir anda koptu.
***
     Şimdi yerde yatan ufak tüy yığını burada olmamalıydı. O yükseklerde, havalarda ya da ağaç dallarında olmalıydı. Eğildim aldım, hafifçe tuttum, elimde, avucumun içinde kayboluverdi. Çok küçük bir ölü kuştu o. Serçe büyüklüğünde ama serçeden çok farklı renkte, göğüs tüyleri kavuniçi, sırtındakilerse sarı. Gözlerine baktım, iki ufak çörekotu gibi. Büyüklüğü ve rengi de öyle.
***
     Ne yapacağımı bilemedim, öyle narin kırılgan ki, geri aldığım yere koyamadım. Kaldırımın kenarı? Kedi mi kapar, bisiklet motosiklet mi, insan mı ezer? Nasıl kıyarım? İlk şoku atlatınca elimde incelemeye devam ettim, tüyleri inanılmaz yumuşak, ipek gibi. Sanki yenilerde ölmüş, boynu bükülmemiş diri, daha vücudu da sıcak gibi. Ya da ben öyle hissetmek istedim.
***
     Elimde taşıyorum; fırına girdim, canlara hazırladığım paparaya koymak için bayat ekmek bakacağım, fırıncı genç elimdekini gördü, “yazık, bakın yolda buldum” dedim. İlk tepkisi “iyi, siz korkmadan tutabiliyorsunuz elinizde” şeklinde oldu. “Neden ki dedim, niye korkayım ki?” Gence baktım, babayiğit bir delikanlı ama nedense kuşlardan korkuyor. “O da bir can, Allahın yarattığı” dedim, “doğru” diye baş salladı. Ekmekleri tembihledim, dönüşte alırım dedim. Kuş elimde yürümeye devam ediyorum, bir türlü onu ne yapacağımı kestiremiyorum.
***
     Uygun bir yer bakıyorum bırakacak Yok ama olmuyor, orda şu var, burada bu var, anladım ki onun o güzel renkli, naif bedenine bir türlü kıyamıyorum, son yolculuğa çıkması için bir yerleri layık göremiyorum.
***
     Alış veriş merkezine gidiyorum, incitmemek için bir kağıt mendile sarıp bez torbama yerleştiriyorum ölü bedenini. İşimi bitirip eve dönüyorum, kuş torbamda. Evde serin bir yerde durması gerektiğini düşünüp kullanmadığımız bir lavabonun içine bırakıyorum nazikçe.
***
     Akşam kararmak üzere, bir an önce kuşu huzurlu uykusuna yatırmam lazım. Tekrar çıkıyorum dışarı, küçük bir karton kutunun içinde o nazik beden bu kez. Sotalı bir köşede,  serin toprağa kutuyla birlikte gömüyorum sonunda. İçimde bir eziklik, ne oldu nasıl oldu da öldü bu güzel küçük kuş? Aç mı kaldı? Kedi işi değil gibi, bir tarafında yara bere yoktu. Yuvadan düşecek kadar da yavru değildi. Kimbilir ne oldu.
***
     Sonra toprağa verdiğim o güzel kuşun cinsini öğrenmek için, şeklini, renklerini gözümün önüne getirip, arama motoruyla internette inceleme yapıyorum. Tahmin ettiğim gibi o bir saka kuşuymuş. Hani ötüşü kanarya kadar güzel, kafeslere kapatılmasıyla stres olup ölümlerine neden olunan, nesli tükenmekte olduğu için avlanılması, yakalanması yasak olan, koruma altına alına saka kuşu.
***
     Yoksa benim yoluma çıkan bu güzel can da bir kafeste hapis miydi de “Hürriyet”ine aşık olduğu için strese girip öldü?
Ece Bilgin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder