Veteriner kliniklerini ziyaret etmeyi
severim, gitmelerim için de her zaman bahaneler olur zaten; yaralı hasta hayvancıklar, sahiplenmesi gereken
canlar. Geçenlerde bunlardan birisinde oturuyorum, veteriner hekim sevgili
Naciye hanımla koyu bir sohbete dalmışız. Bir aile girdi içeriye; on yaşlarında
kızları, anne, baba. Kedileri ile ilgili bir sürü soru soruyorlar; beslenmesi,
aşıları, alışkanlıkları, temizlik tuvalet alışkanlıkları gibi.
Belli ki bu konularda çok acemiler. Bir araanneyi boş yakalayıp sordum. “Yeni bir kedi aldık, ben hiç bir kedinin evdeolacağını düşünemiyordum” dedi biraz sıkıntılı bir ifadeyle. Kediyi isteyen ve
direten o sevimli kızlarıydı. Anne halen olayın şokunu üzerinden atamamış, öyle
şaşkınca Naciye hanımı soru yağmuruna tutuyordu.
“Bir kediyle evini paylaşmak”; doğrusu
üzerinde öyle uzunca değil, hemen hiç
kafa yormamıştım bu konunun, çünkü ben kendimi bildim bileli bir değil, birkaç
kediyle, hatta çocukluk dönemimde hem kedi hem köpeklerle paylaşmıştım evimi.
Aslında bir kediyle yaşamak konusu üzerine ne hikayeler hatta hatta ne cilt
cilt romanlar yazılır.(Laf aramızda emeklilik döneminde düşünmüyor değilim bu
roman yazma işini)
Sevgili Panter’i on sekizine yakın
kaybettiğimde şöyle bir on beş- yirmi gün kedisiz kalmıştım da (tam da Aralık
ayıydı) küçük yavru bulacağım diye sokaklarda elimde mama torbası arabaların
altında gezmiştim nerdeyse.
Yani bana kedili bir ev değil de kedisiz bir
ev çok garip gelmiştir. Arada Ankara’daki evimize gittiğimde kedisizliğimi
bahçedeki oldukça vahşi, insana
yaklaşmayan tekirlerle gidermeye çalışırım.
Ama o klinikteki aileyi, özellikle de
annenin kediyle bir evde yaşamanın üzerinden atamadığı şaşkınlığını
görünce anladım ki ben hep olaylara
kendi penceremden bakmışım. O anne demek ki ne kendisinde ne de çevresinde
evlerini hayvanlarıyla paylaşan kimseleri görmemiş o güne dek. Ve ailenin tek
çocuğu olduğu belli olan sevgili kızlarının ısrarlarına dayanamayıp evlerine
bir yavru kediyi çaresiz kabul etmiş.
Önce kızcağızın ısrarcılığını kutladım
içimden, sonra baba da olaya dahil olduğu için onu da kızının yanında gibi
görüp onu da kutladım . En sonunda da anneye o yaşına kadar evini bir kediyle
paylaşamadığı için doğrusu üzüldüm; neleri neleri kaçırdı, ne mutluluklardan
uzak kaldı diye.
Neyse zararın neresinden dönülse kardır
demişler, umarım bu günden sonra üzerinden o gereksiz şaşkınlığı atar da
kızıyla birlikte evini bir kediyle paylaşmanın mutluğunu, hatta o güne kadar
kaçırdıklarının pişmanlığını yaşar.
Dedim ya veteriner kliniklerine ara sıra
ziyaretlerim olur diye, yine bu yıl okulların hemen kapanma tarihinin
sonrasıydı, bir grup çocuklukla genç kızlık arasında çocuklar bu kez Nuhun
Gemisi Veteriner Kliniği’nin alt katını resmen işgal etmişler, kafeslerde
sahiplenmeyi bekleyen birbirinden güzel yavru kedilere nerdeyse ağızlarının
suları akarak bakıyor. Hemen sordum “kedi mi almaya geldiniz?” diye. “Biz almak
istiyoruz ama annelerimiz izin vermez.” dediler.
Bir esmer, çıtı pıtı güzel kız çocuğu,
nerdeyse ağlamaklı sesle “ben tam ikna etmiştim ama o yine vazgeçti” dedi.
Neden diye sordum. Dudağını büktü, belli ki annesi tam haklı bir gerekçe
gösterememiş ona. Birden kızı hatırladım geçen yıl da yine aynı bu zamanlarda
burada rast gelmiştim ona. Yine şimdiki
gibi kafeslere yapışmış, iri siyah gözleri kederli, belki de çocukluk
yıllarında hiçbir zaman sahibi olamayacağı o güze kediciklere bakıyordu.
Anneler
neden izin vermezler ki çocuklarının bir kedi, bir köpek sahibi olmalarına?
Bakımlarıyla ilgili bir takım sorumlulukları paylaşsalar da o güzel gözlerdeki
hüzün bitse olmaz mı? Bir hayvana sahip olmalarının onların hem ruhsal hem de
fiziksel sağlığı için ne denli iyi olduğunu neden bilmezler, ya da bilmelerine
karşın özel yaşamlarında ufak fedakarlıkları göze alıp ta yavrularını mutlu
etmezler?
Hayvan sevgisiyle büyüyen çocuklar, hem
onlara hem çevresine duyarlı yetişkinler olarak hayata atılırlar. Anne-
babalara sesleniyorum: egoistlik yapmayın, çocuklarınızın hayvan sahibi olma
arzusunu geri çevirmeyin!
Ece
Bilgin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder